Ahlat Ağacı – NURİ BİLGE CEYLAN
Cannes Film Festivali’nde
dakikalarca ayakta alkışlanan Nuri Bilge’nin 9. Filmi.
Festivalden ödülle
dönememesi üzücü olan ayrı bir durum. Değerlendirmeye geçmeden önce filme isim
olan ahlat ağacının nasıl bir ağaç olduğu üzerinde duralım.
Ahlat ağacı, Anadolu’nun
birçok yerinde yetişen ve kuraklığa dayanıklı olan bir ağaçtır. Yabani bir ağaç
olduğundan ve meyveleri armuda benzediğinden halk arasında yaban armudu olarak
da bilinir. Gövdesi oldukça sert ve dikenlidir. İlkbaharın ortalarına doğru
çiçek açar, meyvelerini ise sonbaharda verir. Meyvesinin tadında -alışılagelmişin
dışında olarak- hafif bir acılık vardır. Bu ağaç kurumaya yakın olduğunda bile
meyve vermeyi sürdürür. Genellikle diğer ağaçlardan farklı olarak uzakta ve
topluluktan ayrı bir şekilde yaşar.
Film, oldukça uzun ve
içerik olarak zengin. Teknik kusurlarının olduğu söylense de değerinden bir şey
kaybettiği söylenemez. Zira hikayesinin ve vermek istediği mesajların
kuvvetliliği bu eksiği kapatmaktadır. Sahnelerde geçen diyaloglar üzerinden
konuşmak mümkün. Fakat çok fazla diyalog olması ve birçok konuya temas etmesi,
değerlendirmenin uzamasına neden olacağından sadece birkaç diyalog üzerinden
gitmeyi daha uygun bulduğumu belirterek, bir örnekle başlamak istiyorum.
•“Herkes birbirine
görünmez iplerle bağlı değil mi bu dünyada? İster kader diyelim
ister nedensellik, hiç fark etmez.”
•“Teslimiyetin huzurlu
gölgesi…”
•“İnsan neden en
yakınındaki hayatı yaşamak zorundaki?”
•“Özgür irade dediğin şeyde
bu kadar emin olma. Öyle olsa bile onun ipiyle kuyuya inilir mi?
-Herkesin harcı değil
zaten. O yüzden bu cesareti gösteremeyenler var olmayı değil, kul olmayı
seçiyorlar.”
•“Hata varsa kader,
başarı varsa biz yaptık.”
•“Teknolojik oyuncaklar
o kadar güzelleşti ki, kutsal kaynaklarla tatmin olunamıyor sanki…”
•“Elinizdeki telefondan
altınızdaki motora kadar teknolojiyle hemhal bir hayat sürerken işiniz gereği
savunmak zorunda olduğunuz argümanları içselleştirmekte hiç zorlanmıyor
musunuz?”
Başımıza gelenler,
birbirimizle olan ilişkilerimiz, yaşadığımız hayat… Hepsi ve daha fazlası göz
önüne alındığında girift bir bilmeceyle oyun oynar halde buluyoruz kendimizi
sanki. Çözmeye çalışıyoruz, anlamlandırmaya çalışıyoruz fakat her denemede
başarısız oluyoruz. Bazı sahnelerden alıntılanan bu diyaloglar önemli, hatta
çok çok önemli bir mesele üzerine parmak basıyor. Çünkü algımız, anlayışımız
nasılsa ona göre şekil almış oluyoruz.
Gerçekten özgür müyüz?
Yaşadığımız hayatın sınırlarını kendimiz mi çiziyoruz? Kendimiz mi hiç olmadığı
kadar memnun olmayacağımız bir hayatı çiziyoruz yoksa? Her şeyi kendi elimizle
yapıp elde ettiğimiz sonuçların hüsranından kendimizi korumak için mi
teslimiyetin huzurlu gölgesine sığınıyoruz?
Dindar olmak ne demek? İyi
olmak sadece dindarlara has olan bir şey midir?
Soruları epeyce
çoğaltabiliriz. Fakat filmdeki şu diyalogla değerlendirmeyi noktalamak
istiyorum.
“Sağduyulu olanlar
sadece inananlar mıdır? Onlara öyle hissetmeleri gerektiği söylendiği için
öyleler. Hiç kimse vicdanıyla, özgür iradesiyle baş başa kalan biri kadar
güvenilir olamaz.
Çünkü onu öyle hazırdan
bulmaz. Kendi vicdanı ve özgür iradesiyle onu sıfırdan yaratır ve her şeyi de
günahıyla sevabıyla üstlenmek durumunda kalır.”
Ahlat Ağacı
Filminden Bazı Alıntılar
“Demokrasi, kalın duvarlar
arkasında Alicengiz oyunu yapıp kimseye hesap vermemek değildir.”
“Herkes ezilmişliğin
acısını başkasından çıkarıyor...”
“Dünya olguların
toplamıdır.” (Wittgenstein)
“Olgular yoktur, yalnızca
yorumlar vardır.” (Friedrich Nietzsche)
*Bu sözüyle ahlakı
reddeder. Ona göre ahlaklılık kadar ahlaksızlık da normaldir. Ayrıca şu sözünde
kendi görüşüyle uyumlu bir söz sarf eder: “Ahlaklı insan, ahlaksız insandan
daha aşağı bir türdür.”
Onun için en yüce erdem
“güçtür.” Güçlüler zayıfları yok eder. Kanun budur. Bu görüşten en çok
etkilenen Adolf Hitler’dir. Kendisi “üstün ırk” görüşüne kapılmıştır.
“Biyografi… İnsan alıcı
bekleyen köle gibi kendi meziyetlerini sıralar...”
“Bazı kitaplar vardır, bir
iki cümleye indirgenemez.”
“Meraklı bir tayfa var ya
bizde. Her romanın bir cümlesi olmalı falan diyenler...
Hani okuduğu her romanda
kendine kıssadan hisse manasında bir cümle çıkaramadığında kendini kaybolmuş
hisseden ve bu nedenle o romanı 'olmamış' sayan kalabalık güruh...”
“Polislik… Atanamayan
öğretmenlerin buluşma noktası...”
“Bir yazarın en kötü şeyi,
yazdıklarının bir zaman sonra ona sıradan gelmesi...”
“İyi bir yazar, şartlar ne
olursa olsun yazar.
-Yakınlarını ihmal etmek, hatta
kullanıp meze etmek pahasına mı?
-Vicdanını halledersen her
şey mübah…”
*Bu diyalog bize
Balzac’ın şu sözünü hatırlatıyor:
“Vicdanımız yanılmaz
bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe.”
İnsanoğlunun belki de
sahip olduğu en büyük değer ve en önemli mihenk taşı vicdandır. Zira vicdandan
yoksun olan insanların yaptıklarına hiçbir zaman akıl sır ermez.
“Tüm olumsuzluklara rağmen
hiç şikâyet etmeyen ve sanki mutluluğun sırrını keşfetmiş gibi görünen o
ihtiyarın dünyasında hepimize merhem olabilecek bir sır olabilir.”
“Ben lise terkim.
Arkadaşlarım okudu sürünüyorlar…
Burası Türkiye... Bugün
öğrendiğin yarın bir işe yaramıyor...”
“Hakikatin İslam’ın
dışında olduğunu ispatlasalar bile, hakikatin yanında olmaktansa İslam’ın
yanında olmayı tercih ederim.
-İnanç, doğruyu bilmeme
isteğidir.” sözünü doğrulamış oluyorsun..”
“Bizde anlaşılmayana deli
demek âdettir…”
Yorumlar
Yorum Gönder