"İNANCA DAİR" -İNANÇ VE ANLAM İLİŞKİSİ-


 

“İNANCA DAİR”

-İnanç ve Anlam İlişkisi-

1.      Giriş

          Düşünme, insanı doğada var olan tüm canlılardan ayıran ve onu üstün bir konuma getiren önemli bir yetidir. İnsan, ancak bu yetiyi hakkıyla kullanabildiği zaman “insan” olmaya başlar. Düşünmek; sorgulamaya, derinlere dalmaya, risk almaya ve hatta “kaybolmaya” cüret etmektir. Zihni köşe bucak saran betonlaşmış bilgi yığınlarına rağmen, “arayış” için yola çıkmaktır. Bu arayış, insanın çekmekte olduğu varoluşsal sancıyı dindirmek adına “anlamın” peşine düşmesinden başka bir şey değildir.[1] Bu yolculuğun sonunda elde edilen bilgi bir inanca dönüşür ve kutsallaşır.  İnsan, kutsallaştırdığı bu bilgiye, yani bu inanca kenetlenir ve tüm varlığı bu inanç üzerinden temellendirir.

          İnanç, insanın hayatı boyunca peşinden koştuğu ve bulduğu zaman ona sıkı sıkıya sarıldığı yegâne “anlam”dır. İnsan, yaradılışı itibarıyla -başta kendi varoluşu olmak üzere- doğada gördüğü her şeyi anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. İnanç da bu anlamlandırma çabasının bir dışavurumudur ve insan için ciddi derecede önem taşır.

          İnanç, insanın eline bir “anlam” verir. İnsan da sahip olduğu bu anlam üzerinden eşyaya bakar. Dolayısıyla insan, anlamak için anlamın her zerresine meftundur ve ona muhtaçtır. Bu nedenle “anlamsızlık” insan ruhu üzerinde derin bir boşluğun oluşmasına neden olur. Bu durum da insanda büyük bir korku meydana getirir. Mesela Cahiliye insanının “anlamı” puta indirgeyerek kendi varoluşunu onun üzerinden temellendirmesi, bu boşluğa duyulan korkunun bir neticesidir. İnsanın bazen bir ateşi, bazen bir ağacı, bazen hevayı, bazen de kendisi gibi olan insanları ilahlaştırmış olması da yaşamış olduğu bu korkuyu bastırma çabasından başka bir şey değildir.[2] Sözün özü, inancın temelinde insanın anlamsızlığa karşı duyduğu “korku” vardır.

2.      Tanrı İnancı Çerçevesinde: Bir İnsan Tanrı’ya Neden İnanmaz?

          İnsan, yaşadığı coğrafyanın dini inanışlarının, gelenek ve göreneklerinin etkisinden tamamen bağımsız bir yaşam süremez. Çünkü, küçüklüğünden itibaren her alanda olduğu gibi dini alanda da bilgi yığınının etkisi altındadır. Kendisine öğretilen ve doğru olduğu gösterilen bilgilere sıkı sıkıya bağlanır ve hayatının büyük bir bölümünü bu şekilde geçirir. Bu, özellikle Tanrı inancı konusunda kısa vadede kendisine zihinsel bir konfor sağlasa da uzun vadede karşılaştığı problemler neticesinde zihinsel bir kriz yaşamasına neden olur.

          Kriz evresi, insanın kendi zihnini soru bombardımanına tuttuğu bir kaos durumudur. Sorular üst üste gelir ve soru içinde soru vardır. Bunların bazılarının cevaplanması imkân dahilindeyken bir kısmının da cevabı olmaz. İşte insan, zihnindeki Tanrı düşüncesini doğru bir şekilde yapılandırmak için cevabını bulamadığı soruların peşine düşer. Bu yolculuk, genelde iki durumdan biriyle neticelenir: Ya teslimiyet ya da inkâr…

          Sözünü ettiğimiz yolculuk, kimi zaman inkârla sonuçlanır ve kişi yaşamış olduğu sürecin bunalımından kurtulmak için birtakım gerekçeler üretir. Bu gerekçelerin başında “özgürlük” gelir ve kişi hakiki manada özgür olmak ve özgür hissetmek için Tanrı’nın var olmadığını düşünmek ister ve kendince bazı argümanlar ortaya koyar. Nitekim, Nietzsche ve Sartre gibi düşünürlerin yaptıkları da bundan farklı değildir. Pozitivizmin rüzgârına kapılıp doğayı sadece bilim üzerinden okumayı kendine düstur edinmiş olan malum kitlenin de etkisiyle kişi, “Tanrı” mefhumunun bir insan uydurması olduğunu, dini öğretilerin de birtakım kişilerin rant elde edebilmesi için “üretildiğini” kabul eder. Böylece evrene bilimin penceresinden bakıp her şeye akıl ve mantık ilkeleri çerçevesinde izahlar bulduğunu “zanneden” ve manadan kopup her şeyi maddeye indirgeyerek “aydınlandığını” düşünen kişi, bir nizam içerisinde akıp giden koca evrenin oluşumunu ve kendi varoluşunu “rastlantıya” bağlayarak mutluluğu(!) elde etmiş olur.

          Kısacası, Tanrı’ya inanmama serüveni, insanın içinde bulunduğu kültür havzasından başlar, bilgiye ulaşmaya çalışırken izlediği metotlarla devam eder ve beslendiği kaynaklarla birlikte nihayete erer.  

3.      Tanrı İnancı Çerçevesinde: Bir İnsan Tanrı’ya Neden İnanır?

          İnsan, içinde bulunmuş olduğu doğayı incelediğinde, bu doğada mükemmelin de ötesinde bir düzen görür. Akıl ve mantık kuralları çerçevesinde düşünüldüğünde bu düzen, doğal olarak bir “düzen kurucuya” işaret eder. Tanrı’ya inanmayan, dini ve dini öğretileri “metafiziğe ilişkin hurafeler” olarak görenler, evrendeki düzen konusunda marjinal bir yorum yapmaktan geri durmayıp tüm bu düzenin ve harikulade sanatın tesadüfen oluştuğunu ileri sürerler. Oysa, tüm evren ve onun içindekilerin bir Tanrı tarafından yaratıldığını kabul etmek, evrenin tesadüfen oluştuğunu kabul etmekten çok daha fazla akla ve mantığa uymaktadır.

          Doğada canlı olan her şey, bir oluş süreci takip ederek önce doğar sonra gelişip büyür ve ardından ölür. Bu döngü de belli bir düzen içerisinde seyreder. İnsan da bu düzenin bir parçası olduğu için aynı hükümlere tabidir. Fakat burada asıl mesele tüm bunların hangi sebeplerle meydana geldiğidir. Başka bir ifade ile, tüm bunlar “neden” var olmuştur? İşte insan, tabiata ilişkin birçok şeyi anlamak ve zihnindeki sorulara cevap bulabilmek için bir Tanrı’ya gereksinim duyar. Bilimin geliştiğini, dolayısıyla evrende var olan her şeyi açıklayabilecek bir potansiyele sahip olduğunu iddia edenlerin gözlerinden kaçırdıkları önemli bir nokta var: Bilimin evrene dair yaptığı veya yapabileceği tüm açıklamalar “Nasıl?” sorusuna ilişkin verilen cevaplardan öteye geçemez. Oysa insan aynı zamanda “Neden?” sorusunun peşindedir ve bilim bu soruya cevap vermekten acizdir.

          Tanrı inancı, insan hayatına anlam kattığı gibi bir amaç da katar. Bu amaç, yüce yaratıcının koymuş olduğu kuralları uygulayarak onu razı etmek ve emrettiği şekilde ibadetleri yerine getirmektir. Tanrı inancı, aynı zamanda ahlaki değerlerin yeniden yapılandırılmasını da beraberinde getirir. İnsan, Tanrı’nın buyurduğu ve arzuladığı ahlâk çerçevesinde yaşamını sürdürmeye gayret eder ve sürekli olarak kendisine bir nefes kadar yakın olan ölüm hakikatinin bilincinde olur ve davranışlarını ona göre şekillendirir.

          Din, ölümün bir yok oluş olduğunu ve varlığın sadece bu hayattan ibaret olduğunu savunan ateizmin aksine, başka bir dünyanın var olduğunu ve buradaki yaşamın ebedi olduğunu haber vermiş ve bu konuda insanı ikna etmiştir.  Bu açıdan bakıldığında, insan yaşamına “anlam” katması ve insanın bu dünyadaki pozisyonunun ne olduğu konusunda açıklamalarda bulunması, din ve bir Tanrı inancının insan için ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir.

4.      Herkes “İnanmak” Zorunda mı?

          İnanç, her şeyden önce Şebüsteri’nin de dediği gibi “özgürlük” ister. Özgürlüğün, özgür iradenin olmadığı bir yerde inançtan bahsetmek pek de isabetli değildir. Çünkü inanç, kişisel bir tercihtir ve İslam’ın da bu konuya bakışı budur. Bundan dolayı kişinin sahip olduğu inanç ne ise, ona saygı duyulur. Fakat burada şunu belirtmek gerekir ki, her Müslüman’ın bir tebliğ vazifesi vardır. Dolayısıyla inanmayan birisiyle uygun bir zamanda, uygun bir mekânda ve uygun bir üslupla “inanç” konusunu konuşması ve o kişinin kalbini kazanmaya çalışması gerekir.

          Bir kimse, -eğer inat etmiş değilse ve kasıtlı kin gütmüyorsa- kendisine sunulan güçlü delilleri kabul eder. Çünkü insan, yaradılışı itibarıyla akıllı bir varlıktır. Düşünür, sorgular, çıkarımlar yapar ve bir neticeye varır. İnsanın analitik düşünebilme kabiliyeti, birçok problemin üstesinden gelinebilmesinde önemlidir. Hal böyleyken, bir Tanrı’nın var olduğunu kabul etmek, “tesadüfe” yönelmekten çok daha fazla makuldür. Başka bir deyişle, Tanrı inancının “makuliyeti” varken, “tesadüfün” hiçbir şekilde makuliyeti yoktur. Üstelik Tanrı inancıyla birlikte birçok sorunun cevabı bulunabiliyorken, “tesadüf inancıyla” çözümü olmayan soruların sayısı gitgide artar.

          İnanmayan bir insana “ölüm” hakkında soru sorulduğunda net bir cevap veremez. Ölümü en fazla “yok oluş” olarak tanımlayabilir. Yani öldükten sonra toprağa, oradan doğaya karışarak kaybolacağını düşünür. Oysa bunları düşünürken bile içinde bir yaşama arzusu ve sonsuzluğa özlem duygusu vardır. Hatta en önemlisi, içinde her daim “yok olma” korkusunu taşır. Bir insanın “yok olmak” için “var olduğunu” düşünmesi kadar anlamsız ve korkunç bir şey yoktur.

          Buraya kadar söylediklerimiz, inançsız bir insanın kendi içinde ne kadar çelişkili ve sorunlu bir düşünce yapısına sahip olduğunu göstermektedir. İnançsız insanlara karşı bizim yapabileceğimiz şey, onlara ayna olmaktır. Yani, kendilerine kendilerini göstermek ve gerçek anlamda düşünebilmelerini sağlamak. Dinlemeden, konuşmadan, ikna etmeye çalışmadan sert bir tutum içerisinde olup ötekileştirmek hem bizim misyon ve vizyonumuza hem de İslam’ın dışa yansıyan görüntüsüne ciddi derecede zarar verir.

5.      Sonuç

          İnancın hiçbir şekilde insandan bağımsız olduğu düşünülemez. Bir kimse “Ben inanmıyorum” dese bile inanmamaya “inanması” açısından yine de bir inanç içerisindedir. Bundan dolayı inancın “neliği” onun “anlama” bakışına etki eder.

          İnsan, anlamdan kopuk bir şekilde hayat süremez. Hayatını güzel bir şekilde sürdürdüğünü zannetse de hiç ummadığı bir anda kendini boşlukta hisseder. O yüzden inancın insanın eline verdiği anlam, özellikle hayatın çok hızlı aktığı ve insanın giderek yalnızlaştığı modern dünyada daha fazla önem kazanmıştır.

          Din ve inanç, meçhul sona -ölüme- dair ümit verir ve belirsizliği ortadan kaldırır. Ölümden sonra başka bir hayatın varlığını haber vererek kişinin yaşadığı hayatın geçici olduğunu hatırlatır. İnsanın dünyada çekmiş ve çekmekte olduğu tüm sıkıntılar için teselli bulmasına imkân tanır.

          Sözün özü; insan dinden, inançtan ve metafizikten koparsa “anlamı” kaybeder. Dolayısıyla yaşanılan hayat, belirsizliklerle dolu olacağından kişiyi yaşamı boyunca yıpratmaya devam edecektir.

Mazharî


[1] Metafizik Anlam Çerçevesinde Bir Hakikatin ve Ahlâkın Manifestosu, Mazhar OĞULPINAR.

[2] Metafizik Anlam Çerçevesinde Bir Hakikatin ve Ahlâkın Manifestosu, Mazhar OĞULPINAR.

Yorumlar